Tüm Müslümanları Aslî Görevlerini Yapmaya Davet Ediyorum!
Uzak doğu ülkelerinden biri olan Tayland’a ailece
yaptığımız seyahatten 3 Şubat 2017 Cuma günü dönmüş bulunuyoruz. Dokuz gün
boyunca oralarda karşılaştıklarımı ve samimi duygularımı paylaşmak ve tüm müslümanları
uyarmak istiyorum. Zira tatil ve iş amaçlı bu geziden pek çok şey öğrendiğimi
ifade etmek isterim. (“Nasıl iş amaçlı gezi oluyormuş?” diyeceklere
“Dinî konularla alakalı çalışmalar yapan bir akademisyenin zaman zaman ülke
sınırlarını da aşarak farklı ülkelerde yaşanan dinî hayatı yakından gözlemlemesinin
ve intibalarını gelecek nesillere aktarmasının önemli bir görev olduğunu
düşünüyorum. Dolayısıyla her ne kadar tatil amaçlı gezi gibi gözükse de oralardaki
ibret verici izlenimleri kaydedip bunları müslümanlarla paylaşmanın işimizin çok
önemli bir parçası olduğuna” inanıyorum.)
Bu itibarla belki en sonda söyleyeceğimi en başta
ifade etmeliyim.
“Ey Müslümanlar! Hz. Peygamber’in 1450 yıl önce
içinde yaşadığı Cahiliye toplumunun benzeri ve daha fazlası dünyanın değişik
ülkelerinde aynen yaşanmaya devam ediyor. Bir başka ifadeyle, İslâm öncesi
Mekke’deki dinî hayatın benzeri farklı kıtalarda aynen yaşanıyor. İnsanlar
putlardan ve sahte ilahlardan medet umuyor. Sahte kutsallar ediniyor. Sunaklara
yiyecekler bırakıyor. Allah’a secde etmesi gereken başlar kullara secde ediyor.
Sahte din adamlarından günahlarının affı için aracılık yapmaları isteniyor ve bunun
karşılığında onlara para ödeniyor.
Öyleyse uyanın ve Hz. Peygamber’in misyonunu
üstlenin! Onun 1400 yıl önce yaptığının benzerini yaparak tüm dünyaya gerçek
İslâm’ı tebliğ ve temsil edin! İslâm’dan habersiz yaşayan insanların “sahâbe
ruhu taşıyan gerçek mü’minlere” ihtiyacı olduğunu aklınızdan sakın çıkarmayın.
Aksi halde gerçek model olamamanın (Hac, 22/78) vebali sizlerin ve bizlerin
yakasını asla bırakmayacaktır!”
Daha açık ifade etmem gerekirse, yıllar önce aynı
ülkeye ilk kez gittiğimde karşılaştığım acı gerçeklerle bir kez daha
karşılaşmak ve tapınaklarda yaşananları gözlerimle görmek beni ziyadesiyle üzmüştür.
İnsanların nasıl uyuşturulduklarını, dinî
duygularının nasıl istismar edildiğini, gerçeklerle yüzleşme konusunda nasıl
duyarsız kaldıklarını, hakikati öğrenme konusunda nasıl adım atmaya yanaşmadıklarını,
sahte kutsallarla kendilerini nasıl avuttuklarını ve bizim de onlara nasıl kötü
model olduğumuzu düşünmek beni hüzne boğmuştur.
Tıpkı Hz. Peygamber’in Mekke’deki Câhiliye
toplumunun halini görüp üzüldüğü, hal çareleri ararken Nur Dağı’ndaki Hira
Mağara’sında inzivaya çekildiği, peygamber olarak görevlendirilip Kur’ân’ı
tebliğ etmeye başladığı, çile ve sıkıntılarla dolu günler geçirdiği ve nihayet insanları
şirkin karanlığından İslâm’ın aydınlığına çıkartmayı başardığı o ibret dolu yıllar
aklıma geldi.
Kendi kendime; “Biz de Hz. Muhammed’in
yaptığının aynısını/ benzerini yapmalıyız ve yapmak zorundayız” dedim.
“Bugün elimizde Kur’ân ve onun hayata açılımı olan
sahih sünnet gibi iki önemli kaynağımız var; bu iki kaynaktan beslenmeli ve
insanlara İslâm’ın ilkelerini yaşayarak temsil etmeliyiz” dedim.
“Batıl dinler tüm dünyada yaygınken, hıristiyan
misyonerler dünyanın dört bir tarafında cirit atarken, insanlar şirkin/
cehaletin karanlıklarında debelenirken, müslümanların birbirleriyle
uğraşmaları, tefrikaya düşmeleri, sırf kendilerini düşünerek bireysel nafile
ibadetlerle meşgul olmaları ve bunları yapmayı yeterli görmeleri, aslî
görevlerini ihmal etmeleri doğru değildir” dedim.
“Tüm dünyaya tevhidi, nübüvveti, adaleti, ahireti,
cenneti, cehennemi anlatması ve model bir İslâm toplumu oluşturması gereken
müslümanların kısır tartışmalarla ömür tüketmeleri sanırım cenneti
kazanmalarına yetmeyecektir” dedim.
“Tüm dünyadaki insan kardeşlerinin İslâm’la
tanışmasının önündeki engelleri kaldırmak için “üstün gayret göstermesi/ cihad
etmesi” gereken müslümanların Batılı ülkelerin kuklası/ maşası/ taşeronu olmaları,
bilerek ya da bilmeden onların kötü emellerine hizmet etmeleri, ancak İslâm’a
hizmet ettiklerini zannetmeleri, bu yaptıklarıyla son dinin adını lekelemeleri
ve bu gayretlerini cihad zannetmeleri yanlıştır” dedim.
Bu ve benzeri düşüncelerle seyahatimi tamamlayıp
ülkeye dönünce ilk işim bu satırları kaleme almak oldu.
Kanaatimizce fildişi kulelerinde yaşamaya devam
edenlerin, “yeryüzünde gezip dolaşın, yalanlayanların helak edilmelerine neden
olan şeyleri ve geride bıraktıklarını inceleyin” emrini (Âl-i İmrân, 3/137;
En’âm, 6/22; Neml, 27/69; Rûm, 30/42) hafife alanların, para biriktirmeyi
marifet zannedenlerin, ibret verici seyahatleri sürekli tehir edenlerin
insanlara İslâm’ı doğru dürüst anlatabilmeleri mümkün değildir. Dolayısıyla din
adına konuşan kimselerin küçük bir köy haline gelen dünyayı dolaşmaları,
tecrübelerini artırmaları, müslümanlara güvenilir dinî bilgiler sunmaları,
onlara aslî görevlerini hatırlatmaları, insanlığın ortak sorunlarına çareler
üretmeleri ve bunun için de azamî gayret göstermeleri bir zorunluluktur/ vazifedir.
Sonuç olarak, sorumluluk bilincine sahip müminler,
Hz. Peygamber’in 23 yılda üstün gayret göstererek başardığını bugün aynen tekrarlamak
zorundadırlar. Kur’ân’ın ilkelerini referans almak, Hz. Muhammed’in
örnekliğini günümüze taşımak, bir plan dahilinde hareket etmek, disiplinli
olmak, ortak aklı devreye sokmak mecburiyetindedirler. Aksi halde ahiret günü işimizin çok zor olduğunu söylemem yanlış olmasa
gerektir. (15.02.2017)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin SEYHAN
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Yorumlar
Yorum Gönder