Sapkın Sözler, Hatayı Kabullenmek ve Manevî Terakki
Bir insanın başına gelen musibetten/
felaketten çıkaracağı en önemli ders; önce bunun neden başına geldiğini
sorgulaması, kendi hatasını kabul etmesi, hatasıyla yüzleşmesi, daha sonra aynı
hatayı tekrarlamamak üzere kendi kendine söz vermesi, kararlı ve ilkeli bir
duruş sergilemesi ve o hatadan tamamen dönmesidir. Zira bütün bunlar Kur’ân’ın
emridir. Âyetleri birlikte okuyalım.
“Başınıza her ne musibet (kötülük/ felaket) gelirse, kendi yaptıklarınız
yüzündendir. (Bununla beraber) O, yine de çoğunu affeder (de sizi hemen
musibete/ belaya/ felakete uğratmaz).” (Şûrâ, 42/30)
“Onların (müşriklerin) başına (Bedir’de) iki mislini getirdiğiniz bir
musibet (Uhud’da) sizin başınıza geldiği zaman; ‘Bu, nereden başımıza geldi?’
dediniz, öyle mi? De ki: “O (musibet), kendi (hatalarınız/ kusurlarınız/
ihmalleriniz) yüzünüzdendir.” Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla
yeter.” (Âl-i İmran, 3/165)
Görüldüğü üzere Müslümanlar, başlarına
bir musibet gelince başkalarını suçlamak yerine dönüp kendilerine bakmak
zorundadırlar.
Ancak hatalarını kabullenmeyenler,
suçu hep başkalarına atanlar, hatalarının yüzlerine vurulmasından rahatsızlık
duyanlar, yanlışlarını söyleyenlere teşekkür edeceklerine hakaret edenler ve iftiralarla
sonuç almaya çalışanlar sorumluluk ve ahlâk sahibi bireyler değillerdir.
Örneğin bazı sapkın sözlerle
kendilerinin kandırılmasına izin verenler, manevî yönden terakki etmek bir yana
her geçen gün uçurumun kenarına biraz daha yaklaşırlar. Kur’ânî hiçbir dayanağı
bulunmayan pespaye sözlere aldananlar ve hatalarıyla yüzleşmeyenler şeytanın ve
şeytanlaşmış insanların kuklası/ oyuncağı/ piyonu/ maşası olmaktan da
kurtulamazlar.
İşte o şeytanlaşmış tiplerin uydurduğu
ve aptalların da inanarak istikametten ayrıldığı o sözlerden bazıları şunlardır:
“Bir müridin mürşidi karşısında huzur
ve huşu içinde durması, ihlasla yapılan 150 yıllık ibadetten daha efdaldir.”
“Şeyhinin hata edebileceğini kalbinden
geçirirsen kesinlikle helak olursun. Manen terakki edebilmen için şeyhinin
karşısında gassalin (ölü yıkayıcısının) elindeki meyyit (ölü) gibi olmalısın. Onun emirlerini itiraz
etmeden harfiyen yerine getirmelisin/ uygulamalısın!”
“Şeyhimiz asla yanılmaz ve hata etmez.
O bir konuda bir şey demişse mutlaka doğrudur ve bir hikmeti vardır.”
“Şeyhimize/ hocamıza/ efendimize eğer
bir konuda itiraz edecek olursan şefkat tokadını yersin ve ahiretini de
kaybedersin.”
“Zamanın sahibi bizim efendimizdir/
hocamızdır/ şeyhimizdir. Allah, dünyanın tasarrufunu ona vermiştir. Bereket ve
hidayet onun eliyle dağıtılır. Kâinat imamı/ Kutub/ Gavs-ı azam odur. O,
mehdîdir, mesihtir.”
“Yüce Allah, âlemi Hz. Muhammed’in
hatırına yaratmıştır; bizim şeyhimizin/ kâinat imamımızın yüzü suyu hürmetine de
devam ettirmektedir.”
“Bizim efendimiz/ şeyhimiz/ hocamız seçilmiş
insandır, sözleri de kendisi de kutsaldır, ona kayıtsız şartsız itaat,
teslimiyet ve bağlılık farzdır. Zira şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır. Kâinat
imamımıza/ şeyhimize tabi olan seçilmiş ve cehennemden kurtulmuştur.”
“Bizim efendimize/ şeyhimize intisap
ettiğiniz (bu tarikata/ cemaate girdiğiniz) zaman geçmiş bütün günahlarınız
affolunur; ayrıca kılmadığınız namazlarınızın, yapamadığınız tüm
ibadetlerinizin de vebalinden böylece kurtulursunuz.”
“Efendimizin/ şeyhimizin/ hocamızın
abdest suyunu içmek şifadır. Onun büyük abdestinin kokusu, cennet kokusu
gibidir.”
“Namaza başlarken efendi hazretlerinin
resmine bakıp rabıta yaparsanız daha huzurlu namaz kılarsınız. Rabıta yapmaya
‘şirk diyenler’ ya da ‘rabıta yapmak mayın tarlasında yürümek gibidir’ diyenler
sapık ilahiyatçılardır. Onlara sakın inanmayın!”
“Bizim efendimiz/ şeyhimiz/ hocamız
her gün Yüce Allah’ı ve Hz. Muhammed’i rüyasında görmekte ve onlardan talimat
almaktadır. Bu nedenle onun dediklerini yapmak, Allah’ın dediklerini yapmak
gibidir.”
“Bizim efendimiz/ şeyhimiz/ mesîhimiz
ruhanî âlemde haftada bir evliyaullaha, ayda bir de enbiyaya sohbet eder;
onları ruhani âlemde eğitir.”
“Efendimizin/ mehdîmizin/ hocamızın
tenine temas edeni cehennem yakmaz. Kadın ya da erkek ona dokunursa ateşten
kurtulur. Mürit kadınların veya erkeklerin bazı özel zamanlarda yalnız olarak
gelip ona dokunmaları cehennemden kurtulmaları için yeterlidir.”
“Eğer bizim efendimiz müritlerinden beğendiği
çok güzel bir hanıma; ‘Ben tecelliyatta gördüm, senin nikâhın gökte benimle
kıyıldı, artık kocana haramsın, ondan ayrılıp bana gelmelisin!’ demişse bu zinhar doğrudur. Zira O, Allah ve
peygamberle sürekli görüşme hâlindedir. O kadının kocasından boşanıp şeyhimizle
evlenmesi farz olmuştur!”
İşte bu ve buna benzer “saçmalıklara/
sapık fikirlere/ hezeyanlara/ akıl ve mantık dışı beyanlara” inananlar
kesinlikle sorumludur. Zaten bu din bezirgânları, hoca kılıklı şeytanlar,
milletin ırzına göz diken hainler, “zır cahillerin ve ahmakların” ta kendileridir.
Giydikleri kıyafetlere ve bıraktıkları sakallara bakarak onların “âlim/ hoca
olduklarını” zanneden ve peşlerinden gidenler de tıpkı onlar gibi ahmak ve sefihlerdir.
Dolayısıyla her iki kesimde büyük bir yanlışlık içindedir.
Bu zavallılar, bizim gibi cesaretle
ortaya çıkıp kendilerini uyaranlara teşekkür etmek yerine hakaret etmeye ve
mutlu bir şekilde bildikleri yolda gitmeye (Mü’minûn, 23/53) devam ediyorlarsa
bu onların sorunudur. Zira böyle devam ettikleri takdirde hem sayılı olan
dünya günlerini hem de sonsuz olan ahiret hayatlarını kaybedecekleri aşikârdır.
Bu tiplerin mahşer günü ağlamaya, sızlamaya ve mazeret üretmeye de hakları olmayacaktır.
Diğer taraftan kendilerinin “hakiki
mutasavvıf” olduğunu iddia edenler, bu “sapkın tarikatları/ cemaatleri/
hizipleri/ grupları/ sözde dinî hareketleri” düzeltmek için muslih
kimselerle beraber hareket etmek yerine (Kanaatimizce etmezler; zira kendileri
de bu ve buna benzer söylemlerden beslendikleri için seslerini çıkartmazlar)
kalkıp bize; “Bunların sahih tasavvufla alakası yoktur! Siz Tasavvuf
düşmanısınız!” derlerse, bizi haksız yere suçlarlarsa ve iftiralarla
sonuç almaya kalkışırlarsa bizim bu beyinsizlere artık şöyle dememiz elzem olmuştur:
“Bire gafiller! Bire ahmaklar! Bire
zır cahiller! Bire geri zekâlılar!
Kur’ân’ı kendi
arzularına göre tefsir eden sahtekârları eleştirmek, Tefsir ilmine düşman olmak
mıdır?
Sahte sûfîlerin
pespaye sözlerini eleştirmek, Tasavvuf ilmine düşman olmak mıdır?
Sahte müctehidlerin
sapık düşüncelerini eleştirmek, Fıkıh ilmine düşman olmak mıdır?
Sahte doktorların
sahtekârlıklarından söz etmek, Tıp ilmine düşman olmak mıdır?
Sizin nasıl bir mantığınız var? (Her ne kadar ben burada böyle bir soru sorsam da o aptalların
mantığını çok iyi biliyorum. Çünkü bu ahmaklar, “uydurma hadisleri” kabul
etmeyenleri de ‘Hadis düşmanı’, ‘Sünnet düşmanı’ olarak yaftalamaktadırlar.
Söz konusu âlim, uydurma hadisleri reddetse ve “sahih hadisleri” kabul edip
bunları savunmaya devam etse bile, “Kur’ân müslümanı, mealci, peygamber
düşmanı, sapık, modernist” yaftasından kurtulamamaktadır.)
Siz nasıl bir
yaratıksınız? Siz adam mısınız?
Siz kendinizi ne
sanıyorsunuz? Siz nereye gidiyorsunuz? (Tekvîr, 81/26)
Siz yukarıdaki
sapkın sözlerle Yüce Allah’a ve peygamberine iftira atanları eleştirmek ve
onlarla mücadele etmek yerine kalkmış kuduz köpekler gibi sizi uyaranlara saldırıyorsunuz!
Allah’a hamd olsun ki bu iftiralarınız/ hakaretleriniz melekler tarafından
kaydediliyor! (Yûnûs, 10/21;
Casiye, 45/29) Ahiret günü bütün sevaplarınızı yitirdiğiniz zaman gerçeği anlayacaksınız;
ama o gün iş işten geçmiş olacak! Çünkü ben ve benim gibiler, sizin gibi sözde
Müslümanlara asla ve kesinlikle hakkımızı helal etmeyeceğiz!!!”
Sonuç olarak, hem geçmişte hem de
günümüzde kendisinin müslüman olduğunu zanneden nice kimse “giydiği kıyafetin
yeterli olduğu zannıyla, ibadetler için belirlenmiş şekli, ritüeli ya da süreyi
yerine getirmekle ya da sahte şeyhlerin/ hocaların/ mehdîlerin eteğine
yapışmakla” cenneti elde edeceğini zannetmiş, İslâm’ın diğer emirlerini göz
ardı etmiş, taklidi imanla yetinmiş ve Kur’ân’ı yalnızlığa terk etmiştir.
(Furkân, 25/30) Oysa böylelerinin yapması gereken asıl şey; önce kendilerini
sorgulamaları, imanlarını tahkiki hâle getirmeleri, Kur’ân ve sahih sünnet’in
ilkelerini gerçek anlamda öğrenip içselleştirmeleri ve buna uygun bir yaşam
tarzı edinmeleridir. Aksi halde kaybedeceklerini söyleyen biz değil
Kur’ân-ı Kerîm’in bizzat kendisidir. (12.08.2016)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet
Emin SEYHAN
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi
Yorumlar
Yorum Gönder