Küfür Tek Millettir!
Avrupa’nın bazı ülkelerinde görev nedeniyle
bulunduğumuz yıllarda edindiğimiz tecrübeleri okuyucularımızla paylaşmanın
doğru olacağı kanaatindeyim.
Her şeyden evvel şunu ifade edelim ki, “küfür
tek millettir” sözü son derece doğru, haklı ve yerinde bir sözdür. Her ne
kadar bu kafirler kendi içlerinde çekişseler ve çıkarları gereği zaman zaman
birbirlerine düşüp kavgalar etseler de söz konusu İslâm ve müslümanlar olunca
derhal bir araya gelip tek yumruk olmasını bilmişlerdir.
Bunlar Papa’nın başkanlığında bir araya gelip her
zaman Haçlı Seferleri yapmaya hazır olduklarını, yeni seferler düzenleyebileceklerini
göstermiş ve ülkemize göz dağı vermişlerdir. Türkiye’nin hasta adam olmadığını,
her geçen gün büyüyüp güçlendiğini gören bu “stratejik dost ve
müttefiklerimizin (!!!)” paçaları tutuşmuş, bu ilerlemeyi durdurmak/
engellemek/ akamete uğratmak/ tersine döndürmek için çevirmedik dolap/ entrika
bırakmamışlardır.
Kullandıkları taşeron örgütlerle netice
alamayınca bizzat kendileri devreye girmiş, diplomasi kurallarını rafa
kaldırmış ve utanmadan ağızlarına geleni söylemeye başlamışlardır. Şu an
Türkiye’nin, İslâm’ın ve müslümanların üzerinde yürütülen karalama, küçük
düşürme, yok etme kampanyalarının ve iflah olmaz düşmanlığın arkasında bu
hainlerin korku, telaş ve endişleri yatmaktadır.
Bu haçlıların Almanya ve Hollanda’da DİTİB’e bağlı
camilerde görev yaptığımız yıllarda Türkiye’den Avrupa’ya gelenlerden muhalif
olanlara sağladıkları desteğe bizzat şahidim. Destek olunan bu muhalif grupları
şu dört başlıkta mütalaa etmemiz mümkündür:
1.
Terör Örgütleri: PKK, DHKP-C ve FETÖ gibi terör örgütlerine özellikle Almanya, Hollanda,
Avusturya ve Belçika başta olmak üzere tüm Avrupa ülkeleri kucak açmış, onlara
her türlü maddi ve manevi desteği sağlamışlardır. Kendi topraklarında
örgütlenmelerine ve Türkiye aleyhtarı faaliyetler yürütmelerine her türlü
kolaylığı sağlamışlardır. Kanaatimizce daha adını bilmediğimiz başka terör
örgütlerine de bunlar her türlü imkanı sunmaya devam etmektedirler.
2.
Dinî Cemaatler ve Tarikatlar: Söz konusu ülkeler, Türkiye’de merkez üssü
bulunan birtakım cemaat ve tarikatların Avrupa ülkelerinde büyüyüp
gelişmelerine ve etrafa serpilmelerine her türlü katkıyı sağlamışlardır.
Onların faaliyetlerini rahatça yapabilmeleri için arsa, bina ve para yardımında
bulunmuşlardır. Bu satırların yazarı görev yaptığı yıllarda değişik cemaatlere
sağlanan devasa imkanları yakından gözlemleme imkanına sahip olmuş ve “Bu
işte kesinlikle bir bit yeniği var. Bu gavurların bu işte mutlaka bir çıkarları
var, bunlar kaz gelecek yerden tavuk esirgemezler, bunlar bir dolap
çeviriyorlar” diyerek kendi içi dünyasında bunu yorumlamıştır. (Bu
tespitlerimize komplo teorisi diyecek olanlar kesinlikle bu gavurların
içimizdeki işbirlikçileridir. Onların satın aldıkları tasmalı köpekleridir.
Bunlara inananlar ise sadece zavallılardır. Zira bu öngörümüz şu günlerde haklı
çıkmıştır.) Nitekim 16 Nisan 2017 referandumu bir turnusol kağıdı işlevi
görmüştür. Batılı ülkelerce desteklenen bu tarikat ve cemaatlerin bazıları
alenen hayır oyu vereceklerini ilan etmiş, bazıları hayır kampanyaları
yürütmüş, bazıları ise kamuoyuna evet oyu vereceklerini açıklasalar da gizli
gizli hayır propagandası yapmış ve böylece efendilerine kuyruk sallamışlardır. Zira
bunlar kendilerine sağlanan bu imkanların diyetini ödemek zorunda bırakılan satılmış
hainlerden başkası değildir. Ancak bu alçaklar, açıkça bozgunculuk
yaptıkları ve fitne çıkardıkları halde hâlâ kendilerini “ıslah edici kimseler”
olarak tanımlamaktadırlar.
3.
Ayrılıkçı Etnik Hareketler: Bu İslâm düşmanı ülkeler, Türkiye’yi bölüp
parçalamak için çalışacak ırkçı ve kafatasçı hareketlere de destek
sağlamışlardır. Onların da palazlanmaları ve Türkiye’nin parçalanmasında “rol
oynamaları/ maşa olarak kullanılmaları” için parasal kaynağa boğulmuşlardır. Bu
kafirler, her türlü ırkçı ve bölücü hareketlerin örgütlenmesi ve büyümesi için
para musluklarını açmışlardır. Kendi vakıf ve derneklerini kurmaları için
onlara yer tahsis etmişler, Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait camilere
sağlamadıkları desteği bu ayrılıkçı etnik hareketlere sağlamışlardır. Zira amaçları
müslümanları tefrikaya düşürmek, din kardeşlik bağlarını zayıflatmak, küçük
lokmalara böldükleri müslümanları ilerleyen asırlarda kolayca ortadan kaldırıp
yok etmektir.
4.
Ateist Alevîler: Bu İslâm düşmanı devletler, Türkçe ve Kürtçe
konuşan ama İslâm’dan nefret eden “Alevî örgütlerinden bazılarını”
paraya boğmuşlardır. (Burada tüm Alevîleri kast etmiyoruz. Ali’siz Alevîliği
savunan atesit ve dinsiz Alevîleri kast ediyoruz. Zira bunlar
da Alevîliği kullarak rant elde eden açıkgözlerdir. Dolayısyla alınganlık
gösterip aptallaşmanın bir manası yoktur.) Aleviliğin İslâm’ın değişik bir
yorumu olduğunu kabul etmeyen bu adamlar onun İslâm’dan ayrı bir din olduğunu
ispatlamak için çalışmaktadırlar. İşte bu kafirler, bu tür adamların
derneklerine para desteği sağlamış ve faaliyetlerini rahatça yapabilmeleri için
her türlü katkıyı sunmuşlardır. Bunlarla ilgili yasal düzenlemeler yapmış ve
işlerini kolaylaştırmışlardır. Amaçları Türkiye’nin gücünü zayıflatmak,
zamanla bu tür grupları asimile etmek ve hıristiyanlaştırmaktır.
Görüldüğü üzere Almanya başta olmak üzere diğer
Batılı ülkeler söz konusu İslâm olunca müslümanları tefrikaya düşürmek için
ellerinden geleni arkalarına koymamış, her türlü imkânı sağlamış, Türkiye’nin
başına bir felaket gelince sevinçten kına yakmış ve ellerini oğuşturarak
beklemişlerdir. Örneğin 15 Temmuz 2016 darbe girişimi başarısız olduğunda kudurmuş,
tepinmiş, karalar bağlamış, oturup ağlamış ve ne yapacaklarını şaşırmışlardır.
Dolayısıyla tüm bu gerçekleri göremeyerek hâlâ
PKK, DHKP-C ve FETÖ gibi terör örgütlerine sempati besleyen ve destekleyenler
yanlış yolda olduklarını artık görmek zorundadır. Bunların kafirlerle aynı
safta bulunan münafıklardan hiçbir farkları yoktur. Bu sözlerimizin
biraz ağır kaçtığını düşünenelerin 1450 yıllık İslâmî mücadeleyi doğru analiz
etmeleri, Haçlı Seferleri’nin nedenlerini öğrenmeleri ve milyonlarca şehidin
kemiklerini sızlatmamaları gerekir.
Bu itibarla kafirlerle işbirliği yapan,
Türkiye’ye yönelik her türlü uluslararsı kirli hesapların taşeronu olmayı kabul
eden “liderlerini/ hocalarını/ şeyhlerini/ dedelerini/ babalarını/
ahuntlarını/ mellelerini” uyarmak yerine onların peşine takılıp gidenlerin
ve din kardeşliğini dinamitleyenlerin karşımıza çıkıp konuşmaya zerre kadar
hakları yoktur. Kaldı ki iradesini ve aklını kiraya vermiş bu ahmakların/
haşhaşîlerin önce dönüp kendi hallerine bakmaları yararlarına olacaktır.
Sonuç olarak, küfür tek millettir. Küfre destek
olan münafık ve müşrikler de tıpkı onlar gibidir. Bu zavallıların dini yaşıyor görüntüsü vermeleri saf ve iyi niyetliler
tarafından normal görülebilir. Ancak basiret ve firaset sahibi olup Kur’an ve
sünnet’in ilkeleri ışığında hâdiseleri değerlendirenlerin bu satılmış hainleri
tanımaları çok kolaydır. Bu tür münafıkların sağlam muhakeme sahibi
olanları kandırmaları mümkün değildir. Bu itibarla İslâm’ı yaşadığını
zannederek yukarıdaki dört grupla birlikte hareket edenlerin derhal onlarla
bağlarını koparmaları kendi yararlarına olacaktır. Aksi halde ahiret günü
amellerinin boşa gittiğini görmeleri ve pişman olmaları onlara hiçbir fayda
sağlamayacaktır. Ancak içlerindeki şeytani ses kendilerinin hak yolda olduğunu
söyler, bu şeytanlaşmış insanların peşlerinden ayrılmamaları gerektiğini onlara
telkin ederse ve onlar da bu vesveselere kulak verirlerse suçlamaları gerekenin
kendileri olduğunu bilmeleri icap eder. Zira hem şeytan hem de şeytanlaşmış
insanlar ahiret günü böyle sefihleri yüzüstü bırakacaklardır. (Ahzâb, 33/67-68;
Sâd, 38/59-64). Bütün bunları nereden bildiğimizi merak edenlerin “bir kez
olsun Kur’ân’ı anlayarak okumaları” kendileri için yeterli bir cevap
teşkil edecektir. (28.04.2017)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin SEYHAN
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Yorumlar
Yorum Gönder