İlaca Doktorun Değil Hastanın İhtiyacı Vardır!
İslâm dünyasının içinde bulunduğu zavallı halin
sebeplerinden birisi de “emeğe/ uzmanlığa/ bilgiye/ tecrübeye/ farklı görüşe”
saygı duyulmaması ve bilginin önemsenmemesidir.
Örneğin adam hastalanıyor, doktora geliyor,
şikâyetlerini söylüyor, doktor muayene ediyor, hastalığına teşhis koyuyor ve
reçeteyi yazıyor. Doktor, hastaya “ilaçlarını düzenli olarak kullanmasını ve
tekrar kontrole gelmesini” öneriyor. Ama hasta adam veya kadın doktorun
yanından çıktıktan hemen sonra onun dediklerine hiç itibar etmiyor. İlacını da
almıyor, üstelik “Bu zamana kadar kimse bilemedi de sen mi bildin?” deyip,
gülüp geçiyor.
İşte böyle bir hastanın hastalığından
kurtulabilmesi mümkün değildir. Onun bu hastalığı tedavi edilmediği için zamanla kronikleşecek ve günün
birinde o hastalık yüzünden geberip gidecektir. Dolayısıyla ilaca doktorun
değil hastanın ihtiyacı vardır. İlaç önerdi diye doktora gülenler
sefihlerin/ ahmakların ta kendileridir. Uzmanlığa, tecrübeye ve bilgiye
saygı göstermeyenlerin günün birinde perişan olmaları kaçınılmazdır.
Pekiyi bu örneği durup dururken neden verdim?
Bilindiği üzere otuz yıllık devlet memuruyum ve
yaklaşık on yıldır gönüllü olarak köşe yazıları yazmaya devam ediyorum. Bunu vicdani
sorumluluğumun bir gereği olarak yapıyorum. Elhamdülillah şu ana kadar dört yüz
elliyi aşan köşe yazısına imzamı attım. Bu işi hiçbir maddî karşılık beklemeden
yaptım, yapıyorum ve yapacağım. Yazılarımı haftalık olarak kendi sitemde
yayınladığım gibi memleketimdeki bir gazetede de bunlar köşe yazısı olarak
çıkmaya devam ediyor. Ayrıca dört ayrı sitede daha yazılarım yayınlanıyor.
Amacım ulaşabildiğim kadar çok insana ulaşmak ve onları uyarmaktır.
Hedefim; uzman olduğum alanla ilgili doğru ve
güvenilir bilgiler üretmek, bunları çevremle paylaşmak, ülkeme yararlı bir
birey olmak, gözlemlerimi/ tecrübelerimi/ bilgilerimi genç kuşaklara aktarmak,
onların daha iyi yetişmesine imkân sağlamak, farklı bakış açılarından onları
haberdar etmek. Kısaca doğru dinî bilgilerle hem öğrencilerimin hem de toplumun
buluşmasını sağlamaktır.
Nitekim ben genellikle araştırmalarım sonucunda
ulaştığım dinî konularla alakalı kanaatlerimi yazıyorum. Elbette bu ülkenin bir
ferdi olarak gündemi de yorumluyorum; çünkü ben de bu ülkede yaşıyorum, vergi
veriyorum ve ülkenin geleceği beni de ilgilendiriyor. Bu konularda da duyarlı
olmam gerekiyor. Ayrıca bir akademisyen olarak çalışmalarım sonucu ulaştığım
bilgilerimi milletimle paylaşmamın görevim olduğuna inanıyorum.
Bu yazıları yazmamın ve yayınlamamın bir diğer
nedeni de öğrencilerin ders dışı konularla alakalı bana sık sık soru sormak
için gelmeleridir. Her birine aynı konuları defalarca anlatmak ve zaman
kaybetmek yerine, web siteme girip sordukları sorularla ilgili daha önce
yazdıklarımı okumalarını, sonrasında bana gelerek anlamadıkları yerleri
sormalarını öneriyorum. Böyle yapan “sayıları az öğrencim” tekrar yanıma
geldiklerinde onları dikkatle dinliyor ve anlamadıkları veya yanlış anladıkları
yerleri düzeltiyor, onlara işin doğrusunu anlatıyor ve sorularını cevaplıyorum.
Böyle yapmak çok daha verimli oluyor. Zira öğrenci
hazıra konmamış oluyor, araştırıyor, zaman ayırıyor, böylece yazdıklarımı/
anlattıklarımı daha iyi kavrıyor ve o bilgi onun hafızasında daha kalıcı
oluyor. Bu durumda hem öğrenci kazançlı
çıkıyor hem de ben. Çünkü ben tekrar aynı şeyleri anlatmaktan kurtuluyorum ve
yeni makaleler/ kitaplar/ tebliğler üretmeye zaman buluyorum. Öğrenci de merak
ettiği konuyu araştırdığı ve zaman harcadığı için o bilgiyi içselleştiriyor ve
daha çabuk sahipleniyor.
Ancak bazı sefihler, ders dışı konularla ilgili
soru sorduklarında, ben de onları daha önce yazdığım bu makalelere
yönlendirdiğimde gülüşüyor ve kendilerini akıllı zannediyorlar. Kendi
aralarında fısıldaşarak “Adam bu konuda da yazmış!” diyor ve
sırıtıyorlar. Oysa bu gülen ahmaklar büyük bir yanlış yapıyorlar. Bu
sefihler bilmiyorlar ki, ilaca doktorun değil hastanın ihtiyacı vardır. Yani;
sordukları sorunun cevabını öğrenmeye ihtiyacı olanlar kendileridir. Dolayısıyla
kendi eksikliğinin farkına varmadan meseleye tek taraflı bakanlar, kendini
akıllı/ uyanık zannedenler, kendi acınacak hallerine gülenler ve onların
“iyiliğini isteyen hocalarıyla” dalga geçenler sefihlerin ta
kendileridir.
Pekiyi sağlam dinî bilginin öneminin farkına
varamamış böyle bir beyinsizin sorumluluk sahibi bir din adamı olabilmesi
mümkün müdür? Bana göre asla mümkün değildir. Zira bu tür bir sefih oturup
hatasıyla yüzleşeceğine, hastalığının/ bilgisizliğinin tedavisi ile
uğraşacağına doktora gülüyorsa o beyinsizin iyileşmesi/ bilgi sahibi olması
mümkün değildir. Cehaletin karanlığında debelenmesi, sorumsuz bir
ilahiyatçı olarak hem kendinin hem de başkalarının sonunu hazırlaması
kaçınılmazdır. Çünkü böyle birisi ateşten gömlek giydiğini hâlâ anlayamamış zavallının
tekidir.
Dolayısıyla bir makaleyi/ kitabı/ tebliği yazan
zaten o konuyu araştırmıştır ve biliyordur. Onun birikiminden faydalanmak
yerine hocayla alay etmek veya dalga geçmek yahut bazı geri zekâlıların dediği
gibi; “Arkadaş, kendi bilmiyor bize soruyor” diyerek gülüşmek şeref yoksunluğundan
başkası değildir.
Böylelerinin yapması gereken o hocaya bir daha ders
haricindeki konularla ilgili gelip soru sormamaktır. Zira dersle alakalı soruları anında cevaplanan öğrencilerin konu dışı
sorularını gidip alanının uzmanına sormaları gerekir. Veya illa o hocaya
soracaksa da onun konuyla ilgili yazdığı kitaplarına/ makalelerine/ köşe
yazılarına bakmaları icap eder. Zira bu, aklın ve mantığın gereğidir.
Kaldı ki bir öğrenciye hiç araştırmadığı bir konuyu
anlatmakla araştırıp geldiği konuyu anlatmak arasında da dağlar kadar fark
vardır. Araştırıp gelen öğrenci anlatılanları daha iyi kavrarken, hiç bilgi
sahibi olmadan dinleyen, kafası enkazla/ çöplükle/ bidat ve hurafelerle dolu
olanlar anlatılanları bir türlü anlayamamakta, kendi aptallığına yanacağı/
ağlayacağı yerde; “Hoca o da yok dedi, bu da yok dedi, şu da yok dedi”
diyerek hezeyanlar savurmaktadır. Bu nedenle kendi pespaye haline güleceğine “Araştır
gel, sonra konuşalım” diyen hocaya gülmek zırvanın zirve noktasıdır. Bırakınız
bunların iyi bir ilahiyatçı olmasını “insan” olabilmeleri de mümkün değildir.
Zira bu tiplerin bir ahlak sorunu olduğu muhakkaktır. Ahlaksızların ise topluma
hiçbir şekilde örnek olabilmeleri mümkün değildir.
Sonuç olarak, ilaca doktorun değil hastanın
ihtiyacı vardır. Herkesin emeğe saygı göstermesi bir zorunluluktur. Hasta
olduğunu kabul etmeyenlerin ve doktorun bilgisinden şüphe edenlerin iyileşmesi
mümkün değildir. Eğer o hasta, o doktora güvenmiyorsa onun yanına gidip
hastalığına çare olmasını istemesi de ayrı bir aptallıktır. Böyle birinin
güvendiği doktora gidip tedavi olması hem daha ahlâkî hem de daha doğru
olandır. Ancak o kişi dini kisveye bürünmüş din tüccarının, sahte tarikat
önderinin yanına gidiyor, onlara güveniyor ve onların dediklerini yapıyorsa o
takdirde ahirette de bu yaptıklarının sonuçlarına katlanmak ve kimseyi
suçlamamak zorundadır. (27.01.2017)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin SEYHAN
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Yorumlar
Yorum Gönder