Batılı Ülkeler ve Doğru Analizler!
Özellikle Batılı ülkelerle alakalı etrafta
kırk yıldır duyduğum ancak ihtiyatlı bir iyimserlikle karşıladığım bazı
değerlendirmeler vardı. Batılı ülkelerde ailenin çöktüğü, büyüklere saygının
kalmadığı, her yerin huzurevleriyle dolduğu, ahlaksızlığın alıp başını gittiği,
boşanmaların arttığı, içki, kumar, uyuşturucu ve zinanın yaygınlaştığı,
kiliselerin satın alınıp camiye çevrildiği, kadınların sokaklarda çırılçıplak
dolaştığı, erkeklerle beraber olmaya can attığı gibi şeyler anlatılır, bu
nedenle de yakında helak olacakları söylenirdi.
Onların bu felaketlerini anlatarak
rahatlayan bu adamlar kendi yanlışlarına hiç bakmaz, o ülkelerde yıllardır
değişen bir şey olmadığı halde hâlâ aynı mavalları millete anlatmaya ve onları yanlış
bilgilendirmeye devam ederlerdi. Bu adamlar, her defasında yanıldıkları halde
geri adım atmaz ve aynı saçmalıkları anlatarak genç nesilleri yanlış yönlendirmeye
ve uyutmaya devam ederlerdi. (Nitekim bu makaleyi yazmamızın temel amacı; bugün
de aynı hikâyeleri benzer adamların anlatmaya devam ediyor olmasıdır.)
Oysa durum hiç de onların anlattıkları gibi
değildir.
Nitekim ilk kez 1993 yılında Almanya’ya
gittiğimde yukarıda sayılan şeylerle karşılaşacağımı zannettim. Ama bizi ne
kadar yanlış bilgilendirdiklerini daha oraya varır varmaz anladım. Meseleyi ne
kadar abarttıklarını, münferit hâdiseleri genelleştirdiklerini, Batılılar hakkında
olumsuz, yanlış ve eksik bilgiler verdiklerini gözlerimle gördüm. Elbette
yukarıda sayılanların büyük bir kısmı bu ülkelerde yaşanmaktadır. Ama toplumun
tamamı böyle değildir. Dolayısıyla çoğunluğa bakarak karar vermek en doğru
olandır. Yoksa münferit olayları genelleştirerek insanları yanlış bilgilendirmek
ve doğru çıkarımlar yapmamak vebaldir.
Aynı şekilde 1998 yılında Hollanda’ya
gidince oranın da bizlere çok yanlış tanıtıldığını müşahede ettim. Hele
2009-2011 yılları arasında Hollanda’da iki yıl yaşayınca, zaman zaman da Belçika’ya
gidip oraları dolaşınca kendi tespitlerimde ne kadar haklı, bize anlatılanların
büyük bir kısmının yalan ve aşırı genelleme olduğunu fark ettim.
Oysa gerçekler insanlara tam olarak anlatılmalı,
doğru analizler yapılmalı, insanlar doğru bilgilendirilmeli ve genellemelerden
kaçınılmalıdır.
Elbette Batılı ülkelerde değerlerde
yozlaşmaların olduğu, ailevi problemlerin yaşandığı, büyüklere saygının
azaldığı, huzurevlerinin çoğaldığı, eşcinsel/ lezbiyen evliliklere müsaade
edildiği, uyuşturucunun rahatça satın alınıp kullanıldığı, kürtajın, intiharların
ve boşanmaların arttığı, içkinin su gibi tüketildiği, zina etmek isteyenlerin
serbestçe bunu yapabildiği, çıplaklar kampının bulunduğu, sayıları az da olsa kiliselerin
satın alınarak camiye dönüştürüldüğü, kadınların diledikleri gibi giyindiği ve
kendilerini teşhir ettiği doğrudur. Ama bunların büyük bir kısmı, bizim
ülkemizde de yaşanmaktadır. Dolayısıyla dönüp kendilerine bakmayanların
Batılıların yanlışlarıyla avunmaları ve kendilerini rahatlatmaları züğürt
tesellisinden başka bir şey değildir.
Kaldı ki Batılıların tamamı böyle
değildir. Elbette onların içinde yukarıda sayılanları ve daha nicelerini yapan
adamlar/ kadınlar vardır. Ancak Batılı ülkelerde yaşayan insanların büyük çoğunluğu,
bu tür yanlış fiilleri onaylamamakta, kişilerin kendi özgürlük alanları olarak
değerlendirmekte, onlara müdahale etmemekte, hoşgörü (!) göstermekte ve herkesi
kendi haline bırakmaktadırlar. “Liberalizm bunu gerektirir, biz karışmayız,
ne ederlerse etsinler, ne hâlleri varsa görsünler, bize bulaşmasınlar yeter!”
diyerek kenara çekilmekte ve kendi hayatlarını yaşamaktadırlar.
Dolayısıyla gerçekler topluma eksiksiz
anlatılmalı ve bu toptancı mantık terk edilmelidir. Çünkü eksik gözlem yapıp insanlara
hatalı bilgiler vermek, onları yanlışa kanalize etmek, gayr-i müslimleri
olduklarından farklı tanıtmak ve yakında helak olacaklarını iddia etmek doğru değildir.
Nitekim Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de
halkı dürüst davrandığı sürece bir kavmi şirk ve küfür içinde olmaları
nedeniyle toptan helak etmeyeceğini haber vermektedir. Âyetleri birlikte
okuyalım.
“Senin Rabbin, halkı [birbirlerine karşı] dürüst
davrandıkları sürece bir toplumu [sırf
çarpık inançları] yüzünden asla helak etmez.” (Hûd, 11/117)
“Bununla
birlikte, yine de senin Rabbin hiçbir toplumu kendi içlerinden onlara
mesajlarımızı okuyup açıklayacak bir elçi göndermedikçe yok etmez. Ve yine Biz hiçbir toplumu
üyeleri birbirlerine zulmetmeyi yol olarak benimsemedikçe yok etmiş değiliz.” (Kasas, 28/59).
Görüldüğü
üzere Batılı ülkeler haksızlık yapmadıkları, başkalarının hakkını, hukukunu, yaşamını
ve onurunu tehlikeye atacak girişimlerde bulunmadıkları sürece “sırf
inançları yüzünden” helak edilmezler. Yüce Allah, kendisine karşı
yükümlülüklerini yerine getirmeyenlerin cezasını af veya tehir edebilir. Ama
kul hakkı ihlalleri söz konusu olunca durum farklıdır. Bu itibarla Batılı
ülkelerin yakında çökecekleri ve yok olacakları iddiası Kur’ân’a göre de mümkün
değildir. Bu nedenle insanları kandırmanın bir âlemi yoktur.
Elbette
onların birtakım felaketlerle karşılaşmaları mümkündür. Ama bu onların “inançları
ya da yaşam tarzları” yüzünden değil kendi yapıp ettikleri “haksızlıklar” sebebiyledir.
Örneğin Batılı emperyalist devletler Afrika’yı, Asya’yı ve Uzak Doğu’daki bazı ülkeleri
asırlarca sömürür, insanlarını köleleştirir, halkının büyük çoğunluğu da bu yapılan
zulümlere “menfaatleri gereği” seslerini çıkartmaz ve seyirci kalırlarsa günün
birinde “pasta paylaşımı” yüzünden kendi aralarında bir büyük kavga çıkar ve
elli milyon insanlarını bu savaşta kaybederler. Böylece “Alma mazlumun ahını
çıkar aheste aheste” sözü gerçekleşir. Onlar da “Bir daha asla” diyerek
Avrupa Birliği’ni kurma çalışmalarını başlatırlar.
Nitekim
bugün de Batılı ülkeler “demokrasi, özgürlükler, insan hakları, hukukun
üstünlüğü” gibi süslü kavramları kullanarak başka ülkeleri işgal etmekte, bu
ülkelerin yer altı ve yer üstü zenginliklerini sömürmektedirler. Böyle
yapmaya devam etmeleri halinde yakın veya uzak gelecekte yine ağır imtihanlarla
ve bunların acı sonuçlarıyla karşılaşmaları kaçınılmazdır. Ancak bu, onların
tamamen yok olacakları anlamına da gelmemektedir.
Dolayısıyla
herkesi yanlışıyla doğrusuyla, günahıyla sevabıyla abartmadan olduğu gibi tanıtmak
gerekir.
Diğer
taraftan müslümanların şu sorular üzerinde kafa patlatıp kendi hallerine
bakmaları yerinde olacaktır:
Acaba bu
müslüman mülteciler, neden hıristiyan Batı ülkelerine gidebilmek ve orada
yaşayabilmek için canlarını tehlikeye atıyor, denizlerde boğuluyor, mülteci
kamplarında sefil bir hayat yaşıyorlar?
Bu
adamlar neden bir İslam ülkesine değil de hıristiyanların yaşadığı ülkeye gitmek
için bu kadar riski göze alıyorlar?
Acaba bu
soruların cevabını veremeyenlerin Batılıların yanlışlarına bakarak kendilerini
avutmaları doğru bir şey midir?
Bu makalemizden
Batılılara hayranlık duyduğumuz sonucunu çıkartacak sefihlere de şunu söyleyelim:
Bre
gafiller! Bu yazınının asıl amacı; toptancı yaklaşımın yanlışlığını ortaya
koymak, günün birinde İslâm’a girmesi muhtemel kavimleri yanlış tanıtarak
onların dinden nefret etmelerine engel olmak, ayrıca Batılıların yanlışlarını
anlatarak kendini ve tüm müslümanları avutmaya/ uyutmaya devam eden şaşkınları uyandırmaya
çalışmaktır.
Burada
hayranlık yok, “insan” kardeşlerinin İslam ile tanışıp cennete girmelerini arzu
etme vardır.
Bunu fark edecek kadar zekâya sahip olmayanların, kafalarında beyin yerine
bağırsak taşıyıp kulaklarından gaz, gözlerinden nefret saçanların “adamız/
müslümanız” diye ortalıkta dolaşmaları insan türüne hakaretten başka bir şey
değildir. Dolayısıyla bu şeref yoksunlarının önce gidip insan olmayı ve
okuduklarını doğru anlamayı öğrenmeleri gerekir.
Sonuç
olarak, kâfirler/ müşrikler başkalarına zulmetmedikleri sürece sırf inançları,
inançsızlıkları ve yaşam tarzları yüzünden helak edilmezler. Elbette onların yaptıkları
ahlaksızlıklar yüzünden başka türlü cezalarla karşılaşmaları mümkün olabilir. Ancak
Batılı ülkelerin tamamıyla çökeceği ve yok olacakları iddiası aşırı bir
genellemeden başkası değildir. Bu nedenle Batılıların çöküşünden mutlu
olmak yerine “Bu adamlara İslam’ı neden doğru dürüst tanıtıp müslüman
olmalarını sağlayamadık, bu görevimizi neden hakkıyla yapamadık?” diye
hayıflanmak ve kendimize çeki düzen vermek daha doğru olandır. (16.12.2016)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet
Emin SEYHAN
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi
Yorumlar
Yorum Gönder