Ateistlerin En Çok Sorduğu Soruya Bir Cevap
Bu köşe
yazılarını yazmamıza neden olan çok değişik olaylar vardır. Bazen bir
öğrencimiz, tanıdığımız, tanımadığımız, arkadaşımız, meslektaşımız, akrabamız,
çocuğumuz, anamız, babamız, eşimiz, dostumuz bir soru sormakta, bazen de
toplumda gördüğümüz birtakım yanlışları düzeltme konusundaki hassasiyetimiz
bizi bu makaleleri yazmaya sevk etmektedir.
Sorular
genellikle aynı olunca, aynı cevapları farklı insanlara tekrar edip durmak
yerine onları bu yazdıklarımıza yönlendirmekte, anlayamaz ya da yanlış anlarlarsa
yeniden bize döndüklerinde onların mezkûr sorularına ikna edici cevaplar vermeye
çalışmaktayız. Biz eğer böyle yapmazsak ve her gelene aynı şeyleri defalarca
anlatmaya kalkışırsak bu, çok büyük zaman kaybına neden olur ki, o takdirde “bir
fikir emekçisi olarak üretim yapma imkânından” mahrum kalırız. Takdir
edileceği üzere aldığımız bu karar son derece yerinde ve haklı bir karardır. Bu
bakımdan soru sormak isteyenlerin öncelikle tarafımızdan yazılan dört yüz küsur
makaleyi okuması icap eder.
Bu
itibarla, kafalarındaki sorularla ilgili yazdıklarımızı araştırmadan, iyice
okuyup anlama zahmetine girmeden bize gelerek soru sorulmasını ve zamanımızın
çalınmasını doğru bulmayız; çünkü bunu, hem kendimize hem de yazdıklarımıza hakaret
sayarız. Böyleleri eğer bizim yazdıklarımıza değer vermiyorlarsa sorularını
gidip başkalarına sorabilirler, böylece bizi üzmemiş, zamanımızı çalmamış ve de
rahatsız etmemiş olurlar. Zira bizim yapacak çok işimiz vardır; eğer bize
geliyorlarsa daha önceden o konuyla ilgili yazdıklarımızı iyi bilmeleri/ öğrenmeleri
gerekir. Eğer öğrenme lüzumu hissetmiyorlarsa yanımıza gelmeleri ya da
telefonla ulaşıp bizi meşgul etmeleri asla doğru değildir.
Bu
açıklamalardan sonra “ateizmi savunan bazı sitelerde yer alan ve niyeti de gerçeği
öğrenmek olmayan birisinin” sorduğu şu soruya cevap bulmaya çalışalım: “Çalışkan,
sorumluluk sahibi ve güvenilir bir Hıristiyan, Hıristiyan bir anne ve babadan
doğduğu için cehenneme gidiyor da ahlaksız, hırsız, tembel, yolsuz, zalim ve
günahkâr bir Müslüman nasıl oluyor da cennete gidiyor? Bu adalet midir? Allah neden
böyle bir şey yapıyor? Böyle Allah mı olur? Böyle adalet mi olur? Böyle bir
adaletsizliğin savunulacak nesi vardır?”
Her
şeyden evvel şunu ifade edelim ki, bu sorunun her tarafı dökülmektedir; neresini
tutsanız elinizde kalmaktadır. Sorunun kendisi yanlış olduğu gibi içinde de bir
sürü yanlışı barındırmaktadır. Bu nedenle hangisini düzelteceğimizi
bilemiyoruz. Çünkü kendi kafasına göre verdiği hükümlerle ve çürük bilgilerle
Yüce Allah’ı suçlayan bu adamın niyeti kesinlikle gerçekleri öğrenmek
değil, kendini haklı çıkarmaya çalışmak, kafaları karıştırmak ve araştırma
nedir bilmeyen genç zihinlerin beynini bulandırmaktır. Ancak bu sefih her
ne kadar kötü niyetli de olsa bizim bu soruya cevap vermemiz farz/ elzem
olmuştur.
Bizim
kanaatimize göre “sorumluluk sahibi ve akıllı bir insan” dünyanın
neresinde yaşarsa yaşasın ve hangi inanca mensup olursa olsun “para
kazanma, servet elde etme, rütbe ve makam peşinde koşma, meşhur olma gibi
şeyleri” hayatının merkezine yerleştirmez, yaratılış amacını sorgulamaya
başlar, sağlıklı tefekkür yapar, gerçeğin peşinde koşarsa mutlaka ama mutlaka İslâm’ı
bulur ve Yüce Allah’a iman eder.
Ancak
bu dünyaya niçin geldiğini ve kendisini yaratanın kim olduğunu araştırmaz; aklını
kullanmaz; sağlıklı tefekkür yapmaz; körü körüne kendisine öğretilen yalan yanlış
bilgilere inanır ve bunları savunursa içinde bulunduğu bataklıkta çırpınmaya,
çırpındıkça daha da batmaya devam eder (Müminûn, 23/115-118). Çünkü bu adamın/ kadının gerçekleri
öğrenmek gibi bir derdi/ niyeti olmamış, ömrünü boş şeylerle tüketmiş ve
kendine yazık etmiştir; dolayısıyla da suçlu olan sadece kendisidir.
Eğer bir
kimse iyi niyetle ve arınmak için çabalar ve yukarıdaki soruların cevabını bulmak
için ciddi emek sarf ederse “hak din İslâm’ı seçmesi ve diğer tüm batıl dinleri
ve sahte ideolojileri terk etmesi” kaçınılmazdır; zira bu aklın ve mantığın
gereğidir. İslâm’ı seçen ve bundan sonra da İslâm’ın ilkelerine uygun bir hayat
yaşayan, Rabbin rızasını kazanmak ve cenneti elde etmek isteyen birisi hidayete
erer ve sonunda da hak ettiği o güzelliklere kavuşur.
Dolayısıyla
bu dünyaya gelmiş ve gelecek gerek Hıristiyan gerek Yahudi gerekse diğer tüm
batıl din mensupları “akıllarını kullanarak gerçeği aramak”
zorundadırlar. Kendilerine verilen ömür içinde çok çalışarak “yaratılış
amaçlarını ve bu dünyada bulunuş gayelerini araştırmak”
mecburiyetindedirler (Sad, 38/27; Âl-i İmrân, 3/191). Eğer onlar, iç
dünyalarında bu soruyu soruyor ancak cevabını araştırma zahmetine katlanmıyorlarsa
yine suçludurlar (Kıyâme, 75/36). Tahrif edilmiş dinleri veya saplandıkları sahte
izm”leri yaşayarak öte dünyada mutlu olacaklarını zannediyorlarsa fena halde
yanılıyor ve kendilerine yazık ediyorlar.
Kısaca,
Yüce Allah’a ve ahiret gününe inanmayanların ve sonrasında dürüst ve erdemli
davranışlar ortaya koymayanların kurtuluş biletini/ pasaportunu alabilmeleri
mümkün değildir. Bu bileti olmayanların da cennete girebilmeleri imkânsızdır.
Yani; her işin başı Yüce Allah’a ve ahiret gününe iman, sonrasında da dürüst
ve erdemli davranışlar ortaya koyarak imtihanı başarıyla geçmektir.
Ancak dünyadayken
dürüst ve erdemli davranışlar sergileyen lakin yaratılış amacını sorgulamayan birisi
Yüce Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde hâlâ O’ndan cenneti bekliyorsa
bu, apaçık bir ahmaklıktır. Zira akl-ı selimin böyle bir şeyi kabul etmesi
mümkün değildir. Hem inanmıyor hem de inanmadığı Yüce Allah’tan cenneti istiyorsa
burada bir sahtekârlığın olduğu açıktır. İnsanoğlu kendisine karşı dürüst
olamıyorsa bari başkalarına karşı dürüst olmalı ve insanların aklıyla alay etmeyi
terk etmelidir.
Bir başka
ifadeyle “Yüce Allah’a iman” sıfırların başındaki “bir” gibidir. O “bir” yoksa
sıfırların hiçbir anlamı yoktur. O varsa sıfırların bir değeri vardır. Elbette
imanı olmayan bir adam işini/ mesleğini/ görevini hakkıyla yaparsa bu dünyada
hak ettiği karşılığı alır; ama ahirette ona hiçbir pay kalmaz. Zira o Yüce Allah’a
inanmamıştır; sıfırların başına “bir” koymamıştır; böylece sıfır puanı hak
etmiştir. Yani; iyi amellerinin karşılığını bu dünyada iken almış (Ahkâf,
46/20), ancak ahirette tartısı hafif geldiği için kaçınılmaz olarak cehennemi
boylamıştır (A’râf, 7/8-9; Müminûn, 23/103; Karia, 101/6-9). Çünkü ikazlara kulak
tıkamış, yaratılış maksadını öğrenmek için kafa patlatmamış, gülüp eğlenmeyi, çiftleşip
gezmeyi, inananlarla dalga geçmeyi ve ömrünü boş şeylerle tüketmeyi hayat
felsefesi edinmiştir (Müminûn, 23/105-111).
Diğer
taraftan “Her insan fıtrat üzere doğar, ancak onu anne veya babası
Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar” demek “o kişi öyle kalmalıdır” demek
değildir. Bu gibi kimseler kendilerine sunulan maddî imkânları yerinde
kullanarak ve daha çok çaba sarf ederek hakikati aramak ve bulmak
zorundadırlar. Hıristiyan veya Yahudi olarak kalıyorlarsa, atalarının
gittiği yanlış yolda gidiyor ve akıllarını kullanmıyorlarsa bu adamlar/ kadınlar
kaybetmeye mahkûmdur, dolayısıyla da kendileri suçludur. Gerçek bir
Müslüman da bu gibi kimselere hakikati bulma konusunda model olmuyor, son din
İslâm’ı tebliğ ve temsil etmiyor, yeryüzünde barış ve adaleti tesis etmek için
mücâhede etmiyorsa o da kesinlikle suçlu ve vebal altındadır. Zira Müslüman
olmak sorumluluk almaktır; Müslüman olmak kolay ama Müslüman kalmak öyle
göründüğü kadar kolay ve basit değildir. Çünkü Allah’ın rızasını kazanmak ve cenneti
elde etmek ciddi çaba gerektirir.
Görüldüğü
üzere diliyle Müslüman olduğunu söyleyen ama davranışlarıyla İslâm’ın
emirlerini yerine getirmeyen, her türlü günahı işlemeye devam eden, tövbe edip
kendini düzeltmeyen, dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koymayan, başka din
mensuplarına kötü örnek olan “sözde bir Müslümanın” da cennete gidebilmesi
kesinlikle mümkün değildir. Öyleyse yukarıdaki “tuzak soru” tüm anlamını
yitirmektedir.
İslâm’a
göre “İnandım” demek asla yeterli değildir (Ankebût, 29/2-4); inandıktan
sonra inancının gereğini yerine getirmeyenlerin (Bakara, 2/214; Âl-i İmrân,
3/142; Tevbe, 9/16) cenneti elde edebilmeleri mümkün değildir. Dolayısıyla
son mesaj Kur’ân’ın ne dediğini anlamadan kendi kafasına göre soru soran, “uydurulmuş
dinin argümanlarından hareketle indirilmiş dine saldıran ve utanmadan genellemeler
yapan”, saygısızca Yüce Allah’a iftira atan söz konusu şeref yoksunları
hadlerini bilmeli ve eğer hidayeti arzuluyorlarsa kötü niyeti bir kenara
bırakıp iyi niyetle soru sormalı ve cevabını aramak için uykusuz günler
geçirmeye, ter dökmeye, bedel ödemeye, kafa zonklatmaya hazır olmalıdırlar.
Çünkü niyetleri “hayır” olduğunda akıbetleri de “hayır” olacaktır. Aksi halde
akıllarını kullanmamaları nedeniyle pisliklere batacak ve sonsuz olan ahiret
hayatında da kaybedenlerden olacaklardır.
Bu
nedenle, uydurma rivâyetlere bakarak “sözde Müslümanların” da cennete
gireceğini söyleyen ve bunu savunan yarım hocalar bilmelidirler ki, bu
iddialarının Kur’ân ve Sahih Sünnet’ten hiçbir dayanağı yoktur (Bu gibilerin şu
âyetleri bir kez daha okumaları kendi yararlarına olacaktır: Hucurât, 49/14-16).
Dolayısıyla bu iki temel kaynağın ne dediğini doğru dürüst bilmeden/ anlamadan “sahtekârların
ellerine malzeme veren mezkûr hoca müsveddeleri” de aynen onlar gibi suçludurlar.
Çünkü onlar, böyle yaparak dinlerinin yanlış tanıtılmasına neden olmuş,
insanların hakikatle buluşmasının önünde engel/ bariyer oluşturmuş ve böylece
ahiretteki cezalarını kat be kat artırmışlardır.
İslâmî
meseleleri dar kalıplar içine sıkıştırarak, kavramların içini boşaltarak,
insanları kategorilere ayırarak genel hükümler verenler ciddi şekilde
yanılmaktadırlar. Çünkü Yüce Allah, kıyamet günü herkesin hesap vermeye “tek başına” geleceğini
(Enâm, 6/94) ve üyesi olduğu tarikata, mezhebe veya cemaate bakılmayacağını bildirmektedir.
Çünkü kimse kimsenin yükünü taşıyacak değildir (İsrâ, 17/15; Fâtır,
35/18; Zümer, 39/7; Necm, 53/38). Elbette herkes peşinden gittiği önderiyle
birlikte huzura getirilecek (İsrâ, 17/71) ama orada hesabı tek başına
verecektir (Necm, 53/39-41). Dolayısıyla bir dinin/ cemaatin/ tarikatın/ soyun/
ırkın/ aşiretin/ partinin üyesi olmak insanı azaba düşmekten kurtaramayacağı
gibi cennete sokmaya da yetmeyecektir. Hayırlı bir toplumun içinde yer
alması nedeniyle bir şakî/ denî/ şenî/ münafık/ fasık/ zalim/ mücrim -dünyada
iken tövbe edip kendini düzeltmedikçe ve samimiyetini ispat etmedikçe- cenneti
elde edemeyecektir. Çünkü bu tür iddialar, Kur’ân ve Sahih Sünnet’in ilkeleriyle
çelişen içi boş söylemlerdir. Bu tür sapkın ve bozuk düşünceleri “hadis” diye sunan,
savunan ve İslâm’ı yanlış tanıtanlar, böylece saf zihinleri bulandıranlar da
çok ciddi vebal altında olduklarını bilmelidirler.
Diğer
taraftan “genellemeler yaparak içini boşalttığı kavramlara kendince anlamlar
yükleyen, çürük bilgilere dayanarak akıl yürüten, sıkılmadan Yüce Allah’ı
suçlayan ve O’na iftira atanlar” da şeytanın yandaşı şeref ve namus yoksunlarıdır.
Bunların amacı gerçeği öğrenmek veya hidayete erişmek değil, göğüslerindeki
şeytanın çağrıları/ vesveselerini istikametinde koşmak, bu sapkın fikirleri yaymaya
ve akletmeyen insanları kendileri gibi olmaya, kısaca cehenneme davet etmektir.
Bu bakımdan söz konusu kişilerin hidayete erişebilmeleri mümkün değildir; çünkü
zihniyetleri/ şakileleri/ seciyeleri/ karakterleri bozuktur. Ancak hallerini
düzeltmeleri durumunda onlar için de henüz kapılar kapanmamıştır. Lakin bu
bozuk zihniyetle hareket ettikleri müddetçe tövbe şansları da her geçen gün
azalmakta ve adım adım felakete doğru sürüklenmektedirler; zira Sünnetullah böyle
işlemektedir.
Özetle
bir Hıristiyan, Yahudi veya diğer batıl dinlerden herhangi birine inanan ya da hiç
inanmayan bir atesit, agnostik, satanist veya desit eğer aklını kullanmaz,
yaratılış amacını öğrenmek için çaba sarf etmez, atalarından gördüğü yanlış
şeyleri tekrar etmeye devam eder, sonrasında da cennete gireceğini zannederse
yanılır, Kur’ân’a göre böylelerinin tamamının varacağı yer sadece cehennemdir
(Bakara, 2/13-20).
Aynı
şekilde Müslüman bir anne ve babadan doğan, taklidi imanını tahkiki hale
getirmeyen, yarım gönüllü inanan, her türlü zulmü, fıskı, nifakı, ahlaksızlığı
ve namussuzluğu sergileyen, tövbe edip günahlarından vazgeçmeyen, yapacağı
iyiliklerle günahlarını sildirmeyen bir kimse de bu şekilde ölürse -her ne
kadar cennete gireceğini zannetse, arkasından milyonlarca insan cenaze namazı
kılsa, hatimler indirse, Fatihalar ve Yasinler okusa da- Kur’ân’a göre böylelerinin
tamamının gideceği yer cehennemdir ve oradan çıkartılmaları da kesinlikle
mümkün olamayacaktır.
Sonuç
olarak, gerek diliyle inandığını söyleyen “sözde Müslümanlar” gerekse de
hakikati araştırma zahmetine katlanmayan “gayr-i Müslümler” o hâl üzere
öldükleri takdirde cenneti değil cehennemi boylayacaklardır; zira bunu biz
değil, Kur’ân ve Sahih Sünnet böyle söylemektedir. Bu bakımdan yukarıdaki
soru tamamıyla yanlış ve art niyetlidir. Çünkü Yüce Allah insanlara kullansınlar
diye akıl gibi bir nimet bahşetmiştir. Aklını kullanmayanlar yaratılmışların
en şerlileridir/ berbatlarıdır/ aptallarıdır (Enfâl, 8/22-23). Dolayısıyla
akıllı insan, sağlıklı tefekkür yaparak gerçeği arar ve bulur; kötü örneklerden
hareket ederek karar vermez; her konuda Hz. Muhammed’i kendine model alır; körü
körüne atalarının gittiği yanlış yoldan gitmez. İmanını taklitten kurtarır ve
tahkiki hale getirir; sağlam ve sarsılmaz bir imana ulaşmak için gece gündüz
çalışır ve güvenilir dini bilgisini artırmak için mücadele eder. Böylece Yüce
Allah’ı dosdoğru tanır ve O’nu sever; O’nun rızasını kazanmak için çabalar ve iki
dünya mutluluğunu elde eder. Ancak aklını kullanmayı reddeder (Furkân, 25/44;
Ankebût, 29/63), içindeki şeytanî sesin çağrılarına kulak verir, şeytanlaşmış
adamların peşinden gider ve yanlış yolda kalmayı sürdürürse sonsuz olan ahiret
hayatında kaybedenlerden olması kaçınılmaz olur. (05.02.2016)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet
Emin SEYHAN
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi
Yorumlar
Yorum Gönder